Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ekonomi İş-Yaşam Havacılık tarihinin ilk şehitlerinin anıtları ona emanet - AIRPORT Haberleri

        Türk havacılık tarihinin ilk şehitleri olarak kabul edilen ve 1914'te Celile Denizi çevresinde uçaklarının düşmesi sonucu hayatlarını kaybeden "Tayyareci Fethi Bey ve yardımcısı Sadık Bey"in İsrail'in kuzeyindeki Taberiyye'de bulunan anıtının tüm bakımı 74 yaşındaki İsrailli Yerah Tara'ya emanet.

        74 yaşındaki Tara, aşırı dinci İsraillilere göre dinen çalışmanın yasak olduğu cumartesi günleriyle ilgili yasağa aldırmaksızın, dini veya ulusal bayram günlerini dikkate almaksızın, her cumartesi gününü, mezarları Şam'da bulunan iki şehidin anıtını düzenlemek, alandaki ağaçları sulamak, budamak veya alanı temizlemekle geçiriyor.

        Söz konusu şehitlerin adına yapılan anıt, 1914 yılında, Ortadoğu semalarında ilk hava taşımacılığının sembolü olarak kabul edilen "Kahire Seferleri" kapsamında, İstanbul'dan başladıkları uçuşları, İsrail'in kuzeyindeki Taberiyye'de (Tiberyas) bir kaza ile son bulan iki Osmanlı pilotunun anısını yaşatıyor.

        Dönemin devlet ve siyaset adamlarından Enver Paşa'nın Türk havacılığının Avrupa'dan geri olmadığını göstermek amacıyla, iki uçağın İstanbul'dan Kahire'ye uçması talimatını verdiği biliniyor. İlk uçakta Fethi Bey ve yardımcısı Sadık Bey; ikinci uçakta ise Nuri Bey ile İsmail Hakkı Bey'in bulunduğu da.

        Tayyareci Fethi bey ve yardımcısı Sadık Bey, Muavenet'i Milliye isimli "Bleriot" uçağı ile 8 Şubat 1914'te İstanbul'dan havalandıklarında, amaçları Kahire'ye kadar uzanan bir yolculuğu gerçekleştirmekti.

        Yolculuk, Eskişehir, Konya, Ulukışla, Adana'dan Suriye'de Humus ve Şam üzerinden Kudüs'e erişmeyi; buradan da Kahire'ye ve İskenderiye'ye kadar uzanmaya hedefliyordu.

        Şam'a kadar başarıyla gerçekleşen hava yolculuğu, Şam'dan sonra, bugün İsrail'in sınırları, o dönemde Osmanlı toprakları içinde bulunan Taberiye'de Simiriye (Samar) köyünde son buldu.

        O DÖNEMİN UÇAKLARI

        İsrail tarihi üzerine merak salıp, 1951 yılında bu konuda üniversitede eğitime başladığını söyleyen Yerah Tara ise, "O dönemin uçakları çok basit uçaklardı. Bugünün bisikletleri bile o zamanın uçaklarından daha güçlü yapıya sahip. Yola çıkan uçaklardan biri Şam'da kalmış. Diğeri Kudüs'e kadar geldi. Buraya kadar geldiğinde tarih 28 Şubat 1914'tü. Kışın, bizim buralarda doğudan çok kuvvetli rüzgarlar eser. Şarkiyye deriz. Onların bundan haberi yoktu. Tepeleri geçtikten sonra rüzgar onları kesti; zaten çok zayıf olan uçağın kanatları yalpalanmaya başladı. Kokpitteki kanat kontrolü aracı kırılınca, buraya düştüler" dedi.

        O dönemde havacılık araçlarının yeterli olmadığını, pilotların maskelerinin bile bulunmadığını belirten Tara, araştırmalarından hareketle, kazadan sonra, o döneme dek hayatında uçak görmemiş olan Simiriyye köylülerinin uçağın düştüğü alana gelip enkazı ve pilotların cesetlerini bulduklarını, Taberiyye'deki kaymakama telgraf çekip olayı haber verdiklerini anlattı.

        Kaymakamın da hem İstanbul'a hem Şam'a bir telgraf çekip, kazayı haber verdiğini, bu olayın üzerinden 2 gün sonra, Şam'dan bir trenle Osmanlı hükümetinin görevlilerinin bölgeye geldiğini anlatan Tara, "O zamanlar buraya doğrudan tren vardı. Geldiler, büyük bir tören düzenleyip cesetleri aldılar Şam'a götürdüler. İki şehit, Şam'da Selahaddin Eyyubi'nin Türbesi'nin olduğu Selahaddin Camisi'ne gömüldüler" dedi.

        Kazadan hemen 3 ay kadar sonra dönemin Osmanlı ordusundan mühendislerin gelip, buradaki anıtı diktiklerini ifade eden Tara, anıtın 3 parçadan oluştuğunu, kaidesinin uçağın düştüğü köyden, orta kısmının Simiriyye (Samar) köyünün taşından oluştuğunu, tepe bölümünün taşının ise muhtemelen Kudüs'ten getirildiğini belirtti. Anıtın tepesinde ise Osmanlıca neler olduğunun anlatıldığını kaydetti.

        Tara'nın verdiği bilgiye göre, o dönemde uçağın düştüğü alan ve yakındaki Simiriyye köyü Bahai ailesine aitti. Ancak İsrail'in kurulduğu 1948'den sonra, İsrail tüm bu alanları kamulaştırdı; toprakları Bahai ailesinden satın alıp, aynı yere Haon kibutzu (kooperatif çiftlik) kuruldu.

        Tara, o dönemi şöyle aktardı:

        "Ben o zamanlar buradaki üzüm bağlarında çalışıyordum. Olayı bilen bir Yahudi gazeteciden duydum ilk kez neler olduğunu. Çok ilgimi çekti. Sonuçta, İsrail'in de tarihine ait bir olaydı. Anıtın bulunduğu alana meşe ağaçları diktim. Bu ağaçları yetiştirmek biraz zor buralarda. Su gerekir. Kibutzdan sular taşıdım. Buraya su getirilmesi gerekiyordu. 1996'da Türk Büyükelçiliği'ne bir yazı yazdım. Cevabın gelmesi oldukça uzun sürdü. Ben o arada kibutzdaki arkadaşlara su getirilmesine katkı yapabilirler mi diye sordum. Elçilikten para gelirse ne ala, çalışmalarınızın karşılığını öderim. Gelmezse de siz buna bir katkı yapmış olursunuz dedim. Kabul ettiler. Boruları döşeyip, yakındaki bir su deposundan su aktardık buraya. Bir yıl sonra elçilikten aradılar. Paralar geldi. Ben tüm masrafları ödedim."

        ŞEREF MADALYASI VAR

        1996'dan bu yana anıtın alanına bakmaya başlayan, eline geçen paralarla alan çevresindeki taş ve demir çitleri de yapan Yerah Tara, Tel Aviv'deki Türk Büyükelçiliği askeri temsilcileriyle sürekli irtibatta olduğunu, gelen birçok askeri heyetin alanı ziyaret ettiğini, hava kuvvet komutanlarının gelip şehitler için dua ettiklerini, çok duygulandıklarını anlattı.

        Bu hizmetleri nedeniyle kendisine Hava Kuvvetleri'nce bir madalya da verildiğini belirten ve "Ben bugün Türk ordusunun şeref madalyası verdiği üyelerden biriyim" diyen Tara, İsraillilerin de alana çok ilgi gösterdiğini, her zaman ziyaretçilerin bulunduğunu ifade etti. Tara şöyle devam etti:

        "Bu alanda gördüğünüz herşeyi ben kendi ellerimle yaptım. Her cumartesi günü buraya gelip çalışıyorum. Bu benim hobim. Özellikle Türkiye'nin ve İsrail'in ortak tarihi açısından, buranın tarihte çok önemli bir yeri olduğunu düşünüyorum. Bugünleri bırak. Bugünlerde çok normal olmayan şeyler yaşanıyor. İki ülke arasındaki ilişkilerin, çok daha dostane olduğunu biliyorum."

        BEGONVİLLERİ O SEÇTİ

        Yerah Tara, anıt alanının etrafındaki begonvilleri ise Türk bayrağının rengine göre özellikle seçerek dikmiş.

        "Buradaki tüm ağaçlar, bitkiler bölgenin doğasına uygun, bir tek begonviller hariç. Begonvilleri ben özellikle rengi kırmızı ve beyaz olanlarından seçtim ve diktim. Neden? Çünkü Türk bayrağının renkleri" diyen Tara, yaşadığı ve sağlıklı olduğu sürece bu şehitlikte olacağını ve buraya bakacağını da vurguladı. Sonrası için de torunlarının buraya bakacağından emin, sözlerini şöyle tamamladı:

        "Haon kibutzunda torunlarım var. Benimle birlikte buraya sık sık gelirler, birlikte çalışırız. Muhtemelen benden sonra buraya onlar bakacaklar."

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ