Habertürk
    Takipde Kalın!
      Günlük gelişmeleri takip edebilmek için habertürk uygulamasını indirin
        Haberler Ekonomi Para Bol paradan kıt paraya uyumun sancıları bunlar - Para Haberleri

        Abdurrahman YILDIRIM / HT GAZETE

        Ekonomide nihai amaç büyüme. Sorunları çözecek veya hafifletecek olan, artan nüfusu besleyecek ve tüketim ihtiyaçlarına cevap verecek olan o. Makro dengeleri iyileştiren, toplamda ülkeye güven sağlayan, vatandaşı ve hükümeti memnun edecek olan milli gelirin artması. Dün açıklanan 2014 yılı GSYH’sı yüzde 2.9 arttı. Tam olarak dünya ortalaması düzeyinde ama başta programlanan yüzde 4’ün ve sonra revize edilen yüzde 3.3’ün altında kalındı. Nedenleri birden çok.

        Öncelikle hükümet, 2011’den itibaren 75 milyar dolarla milli gelirin yüzde 9.7’sine çıkan cari açığı kontrol altına almak için büyümenin frenine bastı. Bankaların verdiği kredilere üst sınır getirdi ve yıllık artışı geçen yıl yüzde 15’e kadar indirdi. Son olarak 2014’te kredi kartlarına ve taksitlendirmeye sınırlamalar getirildi. Doğal olarak iç tüketim yavaşladı.

        Ekonomide yumuşak iniş senaryosu üzerine 2013 Mayıs ayından itibaren FED etkisi, Gezi, 17-25 Aralık olayları, yerel ve cumhurbaşkanlığı seçimleri geldi. Dolar kuru geçen yıl ortalama olarak yüzde 14.5 arttı.

        İhracatın büyümeye katkısı azaldı. Çünkü Türkiye’nin etrafındaki jeopolitik olaylar ve AB’de durgunluk ihracatı yavaşlattı.

        2014’te hava koşulları tarım üretimini vurdu. Bu nedenle tarım yüzde 1.9 küçüldü ve büyümeyi aşağı çekti.

        ANCAK BU KADAR: Sonuçta cari açık ocak sonunda yıllık olarak 40 milyar dolara indi, milli gelire oranı da yüzde 5.7’ye geriledi. Petrol fiyatlarının etkisiyle daha gerilemesi ve milli gelire oranını yüzde 4’ün altına indirmesi bekleniyor. İyi ki böyle oluyor.

        Çünkü paranın olağanüstü bol ve ucuz olduğu bir dönemi yaşadık. Şimdi bu dönem sona eriyor. Yüksek cari açığı olan ülkeler de fazlasıyla göze batıyor. Hatta Türkiye’de döviz kurlarının artmasının arkasında yatan en önemli nedenlerden biri bu. Büyümeyle birlikte cari açığın yüzde 9-10 civarında seyretmesine seyirci kalsaydık, bugün yumuşak iniş değil, sert bir düşüş yaşıyor olabilirdik.

        Bu küresel ortamda, bu siyasi yapıda, bu iş ve yatırım ortamında gerçekleşen büyüme bu kadar. Bu ortama yüksek dış kaynak ihtiyacıyla girseydik duvara toslama riski ile karşı karşıya kalabilirdik. Şimdi ise yönetilebilir bir kötüleşme sürecini yaşıyoruz.

        Çözüm, koşulları ve ortamı değiştirmekten, küresel koşullara uyumdan geçiyor. Yani daha düşük cari açık vererek daha yüksek büyümeyi yakalayacak yapısal dönüşümü gerçekleştirmek zorundayız. Bunun yolu doğru yapısal reformlardan geçiyor.

        Bu reformlar yapılmadığı zaman da, kur artışı devreye giriyor ve ekonominin küresel ortama uyumunu sert bir şekilde ve piyasa koşullarında gerçekleştiriyor.

        Öncelik almada ve süreci yönetmedeki talihsizlik ise tam da seçim dönemine ve başkanlık tartışmasına denk gelinmesinden kaynaklanıyor.

        DIŞ BORÇ STOKU ARTIK MİLLİ GELİRİN % 50'SİNDE

        Ortalama dolar kuru 2014’te 1.9042’den 2.1869’a çıktı ve yüzde 14.5 arttı. Bunun sonucunda, milli gelir sabit fiyatlarla yüzde 2.9 artmasına karşılık, dolar bazında yüzde 2.8 azaldı ve 823 milyardan 800 milyar dolara indi.

        Kişi başına gelir buna paralel olarak 10.822 dolardan yüzde 3.9 veya 418 dolarlık azalmayla 10.404 dolara düştü. Böylece 2008’den itibaren 10 bin dolarlık kişi başına geliri bir türlü aşamıyoruz. Tam olarak orta gelir tuzağına düştük.

        Üstelik ekonomide son altı yıldır önemli ölçüde dış borç biriktirmeye rağmen, kişi başına gelirde patinaj çekiyoruz. Krizde çözüm olsun diye küresel parasal genişlemeye ve faizleri düşürmeye 2008 sonunda başlandı. Bol ve ucuz küresel likidite bizim gibi gelişmekte olan ülkelere geldi. Sonuçta bu ülkeler borçlandı veya varlık satışı yaptı.

        Türkiye’nin dış borçları 2008 sonunda 281 milyardan dün açıklanan 2014 sonu verilerine göre 402.4 milyar dolara yükseldi ve 6 yılda 120 milyar dolar arttı. Milli gelire oranı ise 12 puan artışla yüzde 38’den yüzde 50.3’e çıktı.

        Bu düzeyde bir dış borç oranı en son 2002 yılında yüzde 56 ile görülmüştü. Ondan önce de 2001’de, kriz yılında yüzde 57.7 ile rekor düzeye çıkılmıştı. Yani yüzde 50.3, üçüncü en yüksek dış borç milli gelir oranı verisi.

        Aradan geçen yıllarda cari açıklar ve yurtdışı borçlanmaların kolay ve maliyetlerin tarihsel en düşük düzeye inmesinin Türkiye’ye yan etkisi dış borç stokundaki artış oldu.

        SONUÇ: “Değişimin ne zaman gerekli olduğu sorusuna verilecek en iyi yanıt, gerekli hale gelmedendir.” Claus Moller

        GÜNÜN ÖNEMLİ MANŞETLERİ